20 Ağustos 2011 Cumartesi

Şehitler ölür...



Şehitler ölür

Altı yaşındaydım.

İhtiyar bi komşumuz vardı.

90 küsur...
Vade doldu.
Vefat etti.
Dün gibi hatırlıyorum...
İlk kez tanışmıştım ölümle.
Yas ilan edilmişti mahallede.
Televizyon açmak yasak.
Radyo kısılacak.
Teybe hiç dokunma...
“Duyulur, ayıp olur” deniyordu.
Yüksek sesle bile konuşulmuyordu.
Herkes fısır fısır.
Sokağa çık ama...
Sakın top oynama.
Anneler toplanırdı, komşu evinde.
Babalar toplanırdı, kapı önünde.
Ve, cami...
“İnsan”a yakışır bir vakar.
Sessizlik, usul usul gözyaşı, başsağlığı dilekleri, dostlar sağ olsun temennileri, sonra hep birlikte mahalleye dönüş...
Hüzün korteji.
*
Yatağında, eceliyle son nefesini veren 90 küsur yaşındaki komşularımızı
bile böyle uğurlardık...
Hatırlarsınız.
*
E bakıyoruz bugün...
Tivilerde şarkılar, türküler.
Radyolar şen şakrak.
Kim kimi düdükledi, tam gaz.
Maçlara devam.
Hâlâ, parite marite filan.
*
Bıyıkları terlememiş fidanlar onar onar düşüyormuş, hikâye.
Sen bak borsa düşmesin.
*
Şehitlerin cenazeleri henüz toprağa verilmedi, Ankara’da Somali için yağmur duası yapıyorlar iyi mi... Sinem Kobal’ı törenle Madrid’e uğurlamıştık, Nihat Doğan, Ajda, Sertab Erener ve Muazzez Ersoy’u da Başbakanımızla beraber Mogadişu’ya uğurluyoruz hayırlısıyla.
*
(Balık Ayhan’ı Kaddafi’ye, Ciguli’yi Barzani’ye, Kiboş’u da Beşar Esad’a gönderdik miydi, tamamdır bu iş.)
*
Ne diyelim... Allah içinize sindirsin kardeşim.
*
Bayrama kadar iki pusu daha yersek, yılbaşı şenliklerini bile öne çekeriz tahminim.


YILMAZ ÖZDİL

14 Ağustos 2011 Pazar

En güzel deniz henüz girilmemiş olandır

En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.

Nazım Hikmet'in
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür...

Nazım Hikmet Ran'ın aynı adlı kitabının Almaca baskısının adı Das schönste Meer ist das noch nicht befahrene'dır.

12 Ağustos 2011 Cuma

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar inansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

                                                                        Can Yücel

Paulo Coelho'dan Bir Hikaye

Leonardo da Vinci ‘Son Aksam Yemeği’ isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı.İyi’yi İsa’nın bedeninde, Kötü’yü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı.Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında,korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti,sayısız taslak ve eskiz çizdi.Aradan 3 yıl geçti. ‘Son Akşam Yemeği’ neredeyse tamamlanmıştı,ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı.

Leonardo’nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı.Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler.Zavallı,başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu.

Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:’Ben bu resmi daha önce gördüm..”Ne zaman?’ diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.’Üç yıl önce’ dedi adam.. ‘Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti..’

İyi ve Kötü’nün yüzü aynıdır.Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır.

Kaynak: